Kişinin belli bir hakkı kullanmak için yetkili kamu makamlarına verdiği dilekçenin hukuki bir neden olmaksızın kabul edilmemesi halinde, fail hakkında altı aya kadar hapis cezasına hükmolunur.
TCK MADDE 121’İN GEREKÇESİ
Madde metninde, bir kimsenin üstünü veya eşyasının hukuka aykırı olarak aranması, görevi kötüye kullanma suçundan bağımsız bir suç olarak tanımlanmıştır.
Bu hüküm, 10.12.1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi (madde 12), 4.11.1950 tarihli İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi (madde 8, fıkra 1) ve Anayasamızın koruduğu özel hayatın gizliliğini belli bir surette ihlâlin yaptırımını oluşturmaktadır.
Kişilerin üzerinin veya eşyasının aranması insan haysiyetine bir tecavüz teşkil ettiği gibi kişi dokunulmazlığının bir devamı olan özel hayatın gizliliğine karşı da bir saldırı oluşturur.
Kişinin örneğin ceplerinin, el çantasının, bavulunun, özel otomobilinin hukuka aykırı bir surette aranması bu suçu oluşturacaktır. Bu arama olgusunun yetkisiz olarak girilen konutta gerçekleştirilmesi hâlinde, ayrıca konut dokunulmazlığını ihlâl suçu oluşur ve bu nedenle, gerçek içtima hükümlerine göre sorumluluk cihetine gidilmesi gerekir.
Suç failinin bir kamu görevlisi olması gerekmektedir. Bu bakımdan söz konusu suç, bir özgü suç niteliği taşımaktadır.
Metinde geçen “hukuka aykırı olarak” ibaresinden maksat, yürürlükteki mevzuatın izin vermediği hâl demektir. Kanun ve nizamların izin verdiği arama hâllerinde suçun oluşmayacağı açıktır. Suçun oluşması için kamu görevlisi, kişi hürriyetini, görevini kötüye kullanarak veya yetkisini aşarak ihlâl etmiş olmalıdır. Böylece “hukuka aykırı olarak” sözcükleri görevin kötüye kullanılmasını ve yetkinin aşılmasını kapsar.
TCK MADDE 121 İLE İLGİLİ YARGITAY KARARLARI
Yargıtay
- Hukuk Dairesi
Esas : 2018/3301
Karar : 2019/5818
Karar Tarihi : 07/10/2019
“İçtihat Metni”
Davacı İstemi : Davacı şahıs asıl dava ile Kurum işleminin iptali ile Kuruma 56.357,82.-TL borcu bulunmadığının tespitini talep etmiştir.
Birleşen Davada ise; Davacı SGK 13.İcra Dairesinin 2016/12416 sayılı dosyasına vaki itirazının iptali ile takibin devamına ve %20’den az olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir.
Mahkemesi Gerekçesi ve Kararı : İlk derece Mahkemesince “… çalışmalarının gerçek ve fiili bir çalışma olmadığı..” gerekçesiyle asıl davanın reddine, birleşen dava yönünden ise; davanın kabulü ile, … 13.İcra Müdürlüğünün 2016/12416 sayılı dosyasına vaki itirazının iptali ile takibin devamına, alacağın %20 ‘si miktarındaki icra inkar tazminatının davalı …’tan alınmasına SGK’ya verilmesine karar verilmiştir.
İstinaf Başvurusu : Asıl dava davacısı şahıs vekili,mahkemece dinlenen tanık beyanları dikkate alınmaksızın sadece SGK kayıtları çerçevesinde davacının çalışmalarının gerçek olmadığı yönünde tanzim edilen raporu kabul etmediklerini belirterek istinaf talebinde bulunmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesi Gerekçesi ve Kararı : Bölge Adliye Mahkemesince “… 5510 sayılı kanunun sağlık hizmetlerinden yararlanma şartlarını düzenleyen 67. maddesine göre ise birleşen davanın davalısı …’ın sağlık yardımlarından yararlanma hakkının bulunmadığı dönemde, bu çerçevede prim ödemesi bulunmasa dahi anılan Yasa’nın 60. maddesinin -g- bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı sayıldığı gözetilerek, davalının 67. madde kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borcunun Kurum tarafından her zaman tahsili mümkün olduğu, prim borcunun varlığı nedeniyle yersiz sağlık giderlerinden de sorumlu tutulamayacağı gözetildiğinde, yersiz ödendiği ileri sürülen sağlık giderleri yönünden, 31.01.2012 tarihine kadar yapılan sağlık giderleri anılan Kanunun geçici 45. maddesi gereği, 31.01.2012 tarihinden sonra yapılan sağlık giderleri ise davalının 5510 sayılı Kanunun 60. maddesinin ilgili bentleri gereğince genel sağlık sigortalısı sayıldığından ve 67. madde kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borçlarını bilemeyeceği göz önüne alındığında, 10.Hukuk Dairesi’nin 2016/10984 – 2017/561 ve 2014/28296 – 2016/9354 E.K. sayılı kararlarında da açıkça belirtildiği üzere, sözkonusu giderlerin genel sağlık sigortalısı sayılan davalıdan talep edilemeyeceği gözetilerek, birleşen davanın kısmen kabulüne karar verilmesi gerekirken tümden kabulü isabetsiz olup, ayrıca davacı-karşı davalının icra takibine itirazının kısmen haklı olduğu gözetildiğinde, birleşen dava yönünden icra inkar tazminatına hükmedilemeyeceği … “gerekçesiyle
“Asıl davanın reddine” Birleşen davanın ise ” Kısmen kabulüne, … 13.İcra Müdürlüğü’nün 2016/12416 sayılı dosyasına davalı … tarafından yapılan itirazın, 56.357,82 TL asıl, 19.655,53 TL faiz yönünden iptaline, fazlaya ilişkin istemin reddine,
Alacak yargılamayı gerektirdiğinden ve borçlu itirazında kısmen haklı çıktığından %20 icra inkar tazminatı talebinin reddine” karar verilmiştir.
Temyiz : SGK Vekili temyiz dilekçesinde özetle; sağlık giderlerine ilişkin kurulan hükmün yersiz olduğunu beyanla temyiz yoluna başvurmuştur.
Davacı ve Birleşen Dava Davalısı Şahıs ise; Dinlenen tüm tanık beyanlarının yok sayılmasının kabul edilemeyeceğini, bir kısım şüpheli işler olsa da, bu şirketlerin gerçekte ticari faaliyetlerinin hiç yok sayılamayacağını beyanla temyiz yoluna başvurmuştur.
Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe : Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davacı şahıs vekilinin tüm, SGK vekilinin ise sair temyiz itirazlarının reddine;
Dosyadaki kayıt ve belgelerden; Kurum denetmenlerince düzenlenen iki ayrı rapor ile davacının iki ayrı işyerinden bildirimi yapılan 206 günlük hizmetinin fiili çalışma olgusuna dayalı olmadığı gerekçesiyle iptal edildiği, kurum işlemi sonrası davacıya yersiz aylık ve sağlık gideri borcu tebliğ edildiği, kurum raporlarının getirtildiği, tanık dinlendiği anlaşılmaktadır
Somut olayda ; Sosyal Güvenlik Denetmeni tarafından düzenlenen raporların içeriği, tanıklarının beyanları, birlikte değerlendirildiğinde davacının iptal edilen hizmetlerinin fiili çalışma olgusuna dayalı olmadığına ilişkin kurulan hüküm doğru olup SGK denetmen raporunun aksinin kanıtlanamadığı , Bölge Adliye Mahkemesince verilen “kısmen kabul” kararının davanın reddine ilişkin kısmı isabetli olup, davacının yersiz tedavi gideri ve faizinden sorumlu tutulamayacağından davanın kabulüne , ilişkin kısmı isabetsiz olmuştur.
Şöyle ki:19.01.2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6385 sayılı Yasanın 12. maddesi ile 5510 sayılı Yasaya eklenen “Yersiz yapılan sağlık giderlerinin terkini” başlıklı Geçici 45. maddede:“Bu Kanuna göre genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına girmekle birlikte, asli olarak hak etmediği bir kapsamda sağlık hizmeti alanlara 31/01/2012 tarihine kadar verilen sağlık hizmetlerine ilişkin Kurumca tahakkuk ettirilmiş veya ettirilecek borçlar, varsa ilgililerin bu nedenle açtıkları davadan vazgeçmeleri halinde tahsil edilmez. Bu borçlara ilişkin açılmış olan dava ve icra takiplerinden Kurumca vazgeçilir.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan hükmün gerekçesinde ise, 5510 sayılı Kanuna göre, vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamına alınmasına ilişkin işlemlerin 2012 yılı Ocak ayı itibarıyla tamamlanması nedeni ile, bu tarihe kadar yaşanan geçiş sürecinde, tabi olduğu genel sağlık sigortası statüsünün aradığı şartlarla sağlık yardımı alması gerekirken, Kanunun diğer statülerine göre ya da bakmakla yükümlü olunan kişi statüsünde hak etmediği halde sağlık yardımı yapılanlara ilişkin sağlık giderlerinin ilgililerden tahsil edilmemesi ve bu suretle oluşacak mağduriyetlerin önlenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir.
Yani maddenin metnine göre; kişinin genel sağlık sigortası kapsamında herhangi bir statüye göre sağlık yardımı alıyor olması, sağlık yardımı yapılmasını sağlayan sigortalılık statüsünün geçersiz sayılması halinde ; başka bir geçerli sigortalılık statüsü varsa veya bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına giriyorsa yine yersiz sağlık gideri tahsil edilmez. Bu iki hal de yoksa geçersiz sigortalılık statüsüne dayalı yapılan sağlık gideri yersizdir ve Kurumca tahsili gerekir.
Geçici 45. madde, gerekçesinde de belirtildiği üzere bütün vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamına alınması çalışmalarının yapıldığı 2008-2010-2012 sürecindeki geçiş döneminin sıkıntılarını gidermek amacıyla çıkarılmıştır. Davacının iptal edilen hizmetinin fiili çalışma olgusuna dayanmadığı göz önüne alındığında, MK md. 2’deki “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüne aykırı şekilde Kurumun sağlık giderlerini isteyemeyeceği tespiti isabetsiz olmuştur.
Nitekim Kurum da 6385 sayılı yasayla getirilen düzenlemelerin uygulanmasına ilişkin çıkarmış olduğu 08/04/2013 tarih ve 2013/20 sayılı genelgede; “ Ancak, sahte olduğu Kurumca yada mahkeme tarafından tespit edilen sigortalı hizmetleri veya bu hizmetlere göre gelir/aylık bağlananlardan aylıkları iptal edilen genel sağlık sigortalıları ile bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilerin Kurumca tespit edilen yersiz sağlık giderleri 6385 sayılı Kanunun geçici 45 inci maddesi kapsamında değerlendirilmeyecektir.” açıklamasına yer vererek dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırılık teşkil edecek terkin işlemlerini himaye etmeyeceğini ortaya koymuştur.
Geçici 45.madde, 31.01.2012 tarihi öncesindeki tüm yersiz sağlık giderlerini affeden, bir madde değildir. Sahte sigortalılık ve buna dayalı olarak haksız sağlık yardımı alan kişilerin bu hükümden yararlanması mümkün olmamalıdır.
Anılan genelgede Geçici 45. maddede yer alan “ilgililerin bu nedenle açtıkları davadan vazgeçmeleri halinde tahsil edilmez”ibaresini ve uygulamasını şöyle izah edilmiştir: “Söz konusu borçlara ilişkin sigortalılarca dava açılmış ise bu kişilerin de açtıkları davalardan vazgeçmeleri halinde bu kimselere ait borçlar da istenmeyecektir. Bu kimseler tarafından Kurum aleyhine açmış oldukları davalardan vazgeçtiklerini başvurdukları mahkemeden alacakları “feragat nedeniyle davanın reddine” dair kararın dilekçe ekinde Kuruma verilmesi gerekmektedir.” Mahkemece maddenin bu şartına hiç değinilmemiştir.
5510 sayılı Kanunun 60. maddesinde, genel sağlık sigortasından yararlanacak olanlar sayılmıştır. (g) bendinde ise, “Yukarıdaki bentlerin dışında kalan ve başka bir ülkede sağlık sigortasından yararlanma hakkı bulunmayan vatandaşlar” genel sağlık sigortalısı sayılmıştır. (g) bendinin lafzından tüm vatandaşların re’sen sağlık sigortası kapsamına alındığı izlenimi anlaşılmakta ise de durum böyle değildir. Kişinin kapsama alınması, sağlık hizmeti alabildiği anlamına gelmemektedir. Genel sağlık sigortalısı olmanın koşulları vardır. Bu koşullar 5510sayılı Kanun 67. maddede sayılmıştır.
5510 sayılı Kanunun sağlık hizmetlerinden yararlanma şartlarını düzenleyen 67. maddesine göre; “18 yaşını doldurmamış olan kişiler, tıbben başkasının bakımına muhtaç olan kişiler, trafik kazası halleri, acil haller, iş kazası ile meslek hastalığı halleri, bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalıklar, 63 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri gereğince sağlanan sağlık hizmetleri, 75 inci maddede sayılan afet ve savaş ile grev ve lokavt hali hariç olmak üzere sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanabilmek için;
a) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (c) ve (f) bentleri hariç diğer bentleri gereği genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısının olması,
b) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin (2) numaralı alt bendi ile (g) bendine tabi olan genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yukarıdaki bentte sayılan şartla birlikte, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihte 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48 inci maddesine göre tecil ve taksitlendirilerek tecil ve taksitlendirmeleri devam edenler hariç 60 günden fazla prim ve prime ilişkin her türlü borcunun bulunmaması, gerekmektedir….”
Yani 01.01.2012 tarihi sonrası dönemde, tüm vatandaşlar genel sağlık sigortası kapsamına alınmıştır. Ancak 67. maddeye göre sağlık hizmeti sunucusuna başvurulduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısı olması ve 60 günden fazla prim ve prime ilişkin her türlü borcunun bulunmaması gerekir. (g) bendi kapsamında olanlar ise 5510 SK 60/1-c, 1 nolu alt bendi gereği gelir testi uygulaması ile belirlenecek primin ödenmesi halinde sağlık yardımlarından yararlanma imkânı getirilmiştir.
5510 sayılı Kanuna göre genel sağlık sigortalısı sayılabilmek ve sigortalılığın başlangıcı için bildirim ve tescil gereklidir. Kanunun 61. maddesinde, genel sağlık sigortasından yararlanmak için bir kısım grupların bildirimine gerek kalmadan kendiliğinden tescil edileceği, bir kısmının tescili için ise bir ay içinde başvuru şartı getirilmiştir. Tescili yapılanların ise gelirlerine göre belirlenen oranlara göre genel sağlık sigortası primi ödemeleri gerekmektedir.
Gelir testi işlemi, kişinin çeşitli göstergeler ışığında mevcut gelirinin belirlenmesidir.
Herhangi bir kapsamda genel sağlık sigortalısı veya genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi kapsamında sağlık yardımlarından yararlanma hakkı bulunmayan kişiler 5510 sayılı Kanunun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı olarak tescil edilmekte olup, anılan kapsamda tescil edilen bu kişilerin tescil tarihinden itibaren yerleşim yerlerinin bulunduğu yerdeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına müracaat ederek gelir testi yaptırmaları gerekmektedir. Gelir tespitinde aynı hanedeki aile esas alınmaktadır. Kanun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrası (g) bendi kapsamında tescil edilen kişilerin gelir testi müracaat
bildiriminin kendilerine tebliğ edildiği tarihten itibaren bir ay içinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına başvurmaları gerekmektedir. Söz konusu bir aylık süre içerisinde gelir testine başvurmayanların tescil başlangıç tarihinden itibaren aile içindeki gelirinin kişi başına düşen aylık tutarı olarak, Kanunun 82 nci maddesine göre belirlenen aylık prime esas kazancın (asgari ücretin) iki katı esas alınarak primlerin tahakkuk ettirilmesi öngörülmüştür.
5510 sayılı Kanunun 60/1-g bendi ile artık herkesin genel sağlık sigortası kapsamına alındığı ve her durumda sağlık hizmeti alabileceği kanısı hatalıdır. Koşulları taşımayan kişi sağlık hizmeti alamaz. Koşulları Kurum sağlayabilirdi mantığıyla (davacının 67. madde kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borçlarının Kurum tarafından tahsilinin mümkün olması) Kurum’un yersiz tedavi giderlerini tahsil imkanının engellenmesi hem sosyal güvenlik sistemini aksatacak bir durum olup hem de yasa koyucunun amacını aşar mahiyettedir.
Somut olayda, yukarıda ki yasal düzenlemeler dikkate alınmadan sağlık giderleri yönünden kabul hükmü kurulması isabetsizdir.
Bölge Adliye Mahkemesince, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, SGK vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Bölge Adliye Mahkemesince verilen karar bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı 6100 sayılı HMK’nın 373/2.maddesi uyarınca BOZULMASINA, aşağıda yazılı temyiz harcının davacı birleşen davanın davalısına yükletilmesine, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, 07/10/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Yargıtay
- Hukuk Dairesi
Esas : 2017/3582
Karar : 2018/9913
Karar Tarihi : 11.10.2018
“İçtihat Metni”
Taraflar arasındaki menfi tespit- men’i müdahale davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı; davaya konu kiriş villa F/20 nolu dairede kiracı olduğunu, taşınmazın tamamına sonradan malik olan davalının yönetime el koyduğunu, keyfi adiat bedelleri belirlediğini, sözleşmede aylık aidat bedelinin 100 USD tespit edildiğini ek ödemenin ancak kiracı temsilcileri onayı ile mümkün olduğunu, davalının ise 2012 yılı için yıllık 9.600 TL aidat talep ettiğini, kiralananan için yıllık 1200 USD karşılığı olmak üzere 2.200 TL aidat ödenmesi gerektiğini, fazla talebin haksız olduğunu, davalının F/20 nolu bağımsız bölümün elektrik ve suyunun kesilmesi, eve gelen misafir, temizlikçi, tamirci gibi kişilerin siteye girişinin engellenmesi ve bağımsız bölümden deniz kıyısı ve sahiline ulaşımın ve denizden yararlanmanın engellenmesi şeklinde müdahalede bulunduğunu ileri sürerek, davalı tarafından yapılan tüm müdahalelerin menine, fazla istenen 7.380 TL aidat bedeli yönünden borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir.
Davalı; davaya konu taşınmazın 19 nolu parsel üzerinde bulunduğunu, iddiaya konu denize ulaşımın 20 nolu parsel üzerinden talep edildiğini, 20 nolu parselin Hazineye ait olup, taşınmazın turizm dışında kullanılmasına izin verilmediğini, taleplerin haksız olduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini dilemiştir.
Mahkemece; davacı kiracının aylık 100 USD dışında aidat borcu olmadığı gerekçesiyle 7.380 TL yönünden borçlu olmadığının tespitine, bağımsız bölüme ait elektrik ve suyunun kesilmesi, eve gelen misafir, temizlikçi, tamirci gibi kişilerin siteye girişinin engellenmesi şeklinde doğrudan kullanımı etkiler engellerin kaldırılmasına, 20 nolu parsel yönünden doğrudan bağımsız bölümün kullanım hakkını engeller nitelikte olmadığından, denize ve sahile ulaşımın engellenmesi şeklinde müdahalenin önlenmesi talebinin reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, tarafların sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Davacının denize ve sahile ulaşımının engelenmesi talebine ilişkin verilen hükme yönelik temyiz taleplerinin incelenmesinde;
Davada dayanılan ve hükme esas alınan önceki malik…..e yapılan 96 yıl süreli kira sözleşmesi konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bu sözleşme ile F/20 nolu taşınmaz 120.000 USD kira bedeli ile 99 yıllığına davacıya kiralanmıştır. Davaya konu kiralananın 19 nolu parsel üzerinde kaldığı anlaşılmaktadır. Sözleşmenin 5. maddesinde; kiracının….%20 indirimle faydalanacağı kararlaştırılmıştır.
Mahkemece yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi heyet raporunda; 19 nolu parselin davalı şirkete, 20 nolu parselin hazineye ait olduğu, 20 nolu parselde davalı lehine irtifak hakkı kurulduğu, 19 ve 20 nolu parsellerin bir bütün olarak projelendirildiği, etrafının duvarlarla çevrildiği, 20 nolu parselde tatil köyü ve havuz gibi otel tesislerinin bulunduğu, 28.05.2012 tarihinde 19 ve 20 nolu parsellerin arasına tel örgü çekildiği, bu tarihten sonra davacı tarafından otel ve tesisin kullanılamadığı belirtilmiştir.
Mahkemece; kiralananın 19 nolu parselde olduğu, 20 nolu parselin davacı kiracının kendi bağımsız bölümünü kullanım hakkını etkilemediği gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiş ise de; kira sözleşmesinin 5. maddesinde kastedilen tesisin 20 nolu parsel üzerinde olup olmadığı, kiraya verenin 20 nolu parseli ve bu parseldeki otel tesislerinin kullandırma yönünde yükümlülüğü bulunup bulunmadığı 20 nolu parselden denize ulaşımın engelenmesinin sözleşmeye aykırılık teşkil edip etmediği hususları araştırılmamıştır. Mahkemece dava konusu kiralananın bulunduğu 19 parsel sayılı taşınmaza komşu olan 20 nolu parselde davalının irtifak hakkı olduğu da dikkate alınarak bu parsel ve üzerindeki tesislerden davacı kiracının yararlanıp yararlanamayacağı sözleşme gereği bu parsel üzerinden geçerek denize ulaşımını sağlayıp sağlayamayacağı üzerinde durulup sonucuna göre talep hakkında bir karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde bu talebin reddine karar verilmesi doğru değildir.
3-) Davalının aidat bedeline ilişkin verilen hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Mahkemece aylık aidat bedelinin sözleşme uyarınca 100 USD oluğu kabul edilerek, 2012 yılı için talep edilen bedelden davacının 7.380 TL borçlu olmadığına karar verilmiştir.
……Karar sayılı ilamının incelenmesinden; aynı parselde pulunan bir başka kiracının aidat bedeli yönünden dava açtığı, mahkemece aylık adiat bedelinin 100 USD olduğu, ……ranları ile güncellenerek 2010 yılı aidatının belirlendiği anlaşılmaktadır. Mahkemece verilen bu karar temyiz incelemesinden de geçerek 23.05.2016 tarihinde kesinleşmiştir. Mahkemece kesinleşen mahkeme ilamı da dikkate alınarak, davacının ödediği aidat bedelinin endeks yolu ile uyarlanarak belirlenip davacının borçlu olduğu ve olmadığı aidat miktarının tespiti gerekirken yazılı şekilde bu talebin tamamen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş olup, bozmayı gerektirmiştir
SONUÇ : Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davacının ve davalının sair temyiz talebinin REDDİNE, ikinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün davacı yararına, üçüncü bentte açıklanan nedenlerle davalı yararına HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 11.10.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.