TCK MADDE 115 İNANÇ DÜŞÜNCE VE KANAAT HÜRRİYETİNİN KULLANILMASINI ENGELLEME

(1) Cebir veya tehdit kullanarak, bir kimseyi dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlayan ya da bunları açıklamaktan, yaymaktan meneden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) (Değişik: 2/3/2014-6529/14 md.) Dini inancın gereğinin yerine getirilmesinin veya dini ibadet veya ayinlerin bireysel ya da toplu olarak yapılmasının, cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla engellenmesi hâlinde, fail hakkında birinci fıkraya göre cezaya hükmolunur.
(3) (Ek: 2/3/2014-6529/14 md.) Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale eden veya bunları değiştirmeye zorlayan kişiye birinci fıkra hükmüne göre ceza verilir.
Konut dokunulmazlığının ihlali

TCK MADDE 115’İN GEREKÇESİ

Madde metninde inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme suç olarak tanımlanmıştır.

TCK MADDE 115 İLE İLGİLİ YARGITAY KARARI

Yargıtay

  1. Ceza Dairesi

Esas : 2005/10694
Karar : 2007/5603
Karar Tarih : 13.06.2007

TCK 115. Madde İnanç, Düşünce ve Kanaat Hürriyetinin Kullanılmasını Engelleme Suçu

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede:
1 ) Sanık Mihal R. Hakkında ölüm nedenine dayalı olarak kurulan DÜŞME hükmüne yönelik katılanlar Konstantin K. ve Bujidar Ç. vekilinin temyiz iddiaları yerinde görülmediğinden, tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKMÜN ONANMASINA;
2 ) Sanıklar Dimitri Bartholomeos A., Kostandinos H., Haralambos S., Apostol D., Hrisostomo K., Vasil Y., Yanaki A., Yorgi D., Dimitri S., Dimitro K., Hrisostomos Emilyos K., İakovos F. hakkında verilen beraat hükmüne ilişkin temyize gelince;
Sanıkların, görev yaptıkları Fener Rum Patrikhanesinin Bulgar Ortodoks Kilisesi üzerinde ruhani üstünlüğü olduğu düşüncesinden hareketle Bulgar Kilisesinde papaz olarak görev yapan katılan Konstantin K.’un “ruhanilik sıfatının kaldırılmasına karar alarak” adı geçenin din özgürlüğünü ihlal ettikleri iddiasıyla kamu davası açılmış bulunmaktadır.
Dosya içeriğinden, Rum azınlığına mensup Fener Rum Patriği ve Sen Sinod ( Kutsal Meclis ) üyeleri olan sanıkların, diğer bir Ortodoks azınlık olan Bulgar kökenli Türk Vatandaşlarının dini ayin ve işlerini yürütmekte oldukları Bulgar Kilisesi üzerinde dini ve hukuki açıdan hiçbir yetkileri bulunmadığı halde, İstanbul Haliçte bulunan Sen Stefan Kilisesinde ( Demir Kilise ) Bulgar Kilise Vakfı ile yapılmış iş akdine dayalı olarak papazlık görevi yürüten ve kilisedeki ayinleri yöneten katılan Konstantin K.’nın ayinlerde Fener Patriğine karşı itaatsiz davrandığı, ayin sırasında Patriğin adını anması gerekirken anmadığı gerekçeleriyle ruhani yetkisinin kaldırılmasına karar aldıkları ve bu kararı Bulgar Kilisesi Vakfına ve dünyada çeşitli yerlerde bulunan Ortodoks Kiliselerine bildirdikleri, bunun neticesinde baskılara dayanamayan Bulgar Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulunun katılanın iş akdini feshederek kilisedeki görevini sona erdirdiği anlaşılmaktadır.
Patrikhanenin Türkiye’deki hukuki durumuna gelince; Türkiye’de azınlıklar konusu 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile düzenlenmiştir. Lozan Antlaşmasının müzakereleri sırasında azınlıkların varlığı ve hakları görüşülürken, antlaşma metninde Fener Patrikhanesi ile ilgili bir hükme yer verilmemiş, Antlaşmanın sonuç metninde ve konvansiyonun eklerinde Fener Rum Patrikhanesi ismen dahi zikredilmeyip, sadece bir azınlığın kilisesi olarak belirtilmiştir. Bu nedenle statü olarak bir azınlık kilisesidir. Antlaşma metninde Patrikhanenin hukuki durumu ile ilgili hiçbir hükme yer verilmediğinden durumun Lozan müzakerelerinin görüşme kayıtlarının esas alınması suretiyle tamamen Türk İç Hukukuna göre belirlenmesi gerekmektedir.
Lozan Konferansının müzakere kayıtları incelendiğinde, görüşmeler sırasında Türk Heyeti tarafından Patrikhanenin yurt dışına çıkarılması konusunda ısrar edilmekte iken, Müttefik Temsilci Heyetinin konferansa dahil heyetler önünde yapmış oldukları resmi konuşmalar ve Patrikhanenin siyasi ya da yönetime ilişkin işlerle asla uğraşmayacağı, sadece din alanına giren işlerle yetineceği konusunda verdikleri garantiler ( 10 Ocak 1923 tarihinde görüşme kayıtlarına geçirilen sözlü anlaşma ) Türk Temsil Heyetince “sözlü senet” sayılacağı vurgulanarak yalnızca Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarından Rum kökenli Ortodoksların dini işlerini ( ayin, nikah, boşanma, vaftiz… ) yürütmek koşuluyla siyasi ve yönetsel bütün hak ve yetkilerinden arındırılarak İstanbul’da kalmasına izin verilmiştir.
Sonuç olarak, Lozan Antlaşmasının müzakereleri sırasında durumu uzun süren tartışmalar sonunda belirginleşen Patrikhane, Osmanlı Devleti döneminde elde ettiği bütün ayrıcalıkları yitirmiş ve Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşu ile yeni bir statüye dönüştürülmüş bulunmaktadır. Bu durum çerçevesinde Patrikhane, Türkiye’deki Rum azınlığın bir kilisesi olarak sadece dini yetkileri haiz bir kilise niteliğinde ve Antlaşmanın Azınlıkların Korunması başlıklı çerçevesinde mütalaa edilmesi gereken dini bir kurumdur.
( Sibel Özel, “Lozan Antlaşması ve Azınlık Hukuku Çerçevesinde Fener-Rum Patrikhanesinin Hukuki Konumu”, Avrupa Araştırmaları Dergisi. C.14, S.1, s.49; htpp://avrupa.marmara.edu/tr/web/eci/mjes_pdf 13.6.2007 ).
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere Türkiye topraklarında kalmasına izin verilen Patrikhane, Anayasamızın “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğu açıklanan Türkiye Cumhuriyetinde “sadece belli bir azınlığa mensup kişiler üzerinde dini yetkileri haiz olan ve tüzelkişiliği bulunmayan dini bir kurum”dur. Bu nedenledir ki, tamamen Türk Hukukuna tabidir.
Egemen bir devletin kendi topraklarında yaşayan azınlıklara kendi vatandaşlarından farklı bir hukuk uygulayarak çoğunluğa dahi tanımadığı bir takım ayrıcalıkları onlara tanımak suretiyle özel bir statü vermesi, Anayasanın 10. maddesinde gösterilen eşitlik ilkesine açıkça aykırılık oluşturacağından kabul edilemez. Bu nedenle Patrikhanenin ekümenik olduğu iddiasının, yasal bir dayanağı bulunmamaktadır. İstanbul Valiliğinin 6 Aralık 1923 tarih ve 1092 sayılı yazılarından da anlaşılacağı üzere Patrikhanede dini ve ruhani seçimlere katılacak ve seçilecek kişilerin Türk Vatandaşı olmaları ve seçim sırasında Türkiye’de görevli bulunmaları gerekmektedir. Bu husus da, Patrikhanenin ekümenik sıfatının bulunmadığının açık bir göstergesidir. Patrik ve Patrikhane görevlilerinin sıfat ve faaliyetlerine ilişkin olarak Türk yasalarına tabi oldukları ve yapmış oldukları faaliyetlerin Türk yasalarına göre suç teşkil etmesi halinde Türk Ceza Yasalarına göre cezalandırılacakları tartışmasızdır.
Açıklanan bu hukuki durum çerçevesinde olay değerlendirildiğinde; bağımsız kilise olma özelliğine sahip bulunan Bulgar Kilise cemaatinin kendi inançları doğrultusunda gerçekleştirdikleri ayinlere ve ayini yöneten ruhani yetkilerin ayin yapma yetkisine ve içeriğine kimsenin karışamaması gerektiği ilkesinden hareket edildiğinde sanıkların almış oldukları kararın yasalarla korunmaya değer haklılığının bulunmadığı görülmektedir.
Anayasanın 24. maddesiyleAnayasanın 24. maddesiyle koruma altına alınmış olan din özgürlüğüne karşı eylemler, 765 sayılı Türk Ceza Yasasının 175. maddesinde müeyyideye bağlanmış olup “dinlerden birine ait dini işleri veya ibadet ve ayinin yapılmasını men ve ihlal eden” kimselerin cezalandırılacağı belirtilmiştir. Suç tarihinden sonra 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Yasasında ise din özgürlüğünü ihlal suçu 115/2. madde ve fıkrasında düzenlenmiş olup “dini ibadet ve ayinlerin toplu olarak yapılmasının, cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla, engellenmesi” halinde bu suçun oluşacağı kabul edilmiştir.
Sanıkların görev yaptıkları Patrikhanenin yalnızca Rum kökenli Hıristiyan Ortodoks inancına mensup Türk Vatandaşlarının dini işlerini yürütmeye yetkili olduğu gerçeğini göz ardı edip, yasalarla belirlenen çerçeve dışına çıkarak, ruhani olarak rütbe üstünlüğü olduğu düşüncesini içeren bir savdan hareketle Bulgar Ortodoks Kilisesinde papaz olarak görev yapan katılan Konstantin K.’un “ruhanilik sıfatının kaldırılmasına karar alınması” adı geçenin din özgürlüğünü ihlal niteliğinde bulunduğunu kabule yeterli değildir. Nitekim, bu kararın üzerinden bir yıldan fazla süre geçmesine rağmen katılan Konstantin K.’un ayinleri yönetmeye devam etmiş olması ve katılanın kilisedeki görevinin daha sonra Bulgar Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu tarafından iş akdi feshedilmek suretiyle sona erdirilmiş olması da bunun bir kanıtıdır.
Sanıkların eylemlerinde Yasanın öngördüğü koşullar çerçevesinde “dini işleri veya ibadet ve ayinin yapılmasını men ve ihlal” ya da “dini ibadet ve ayinlerin toplu olarak yapılmasının, cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla engelleme” unsurunun bulunmaması nedeniyle sanıklara yükletilen ve 765 sayılı TCY.’nın 175/1. madde ve fıkrası ve gerekse sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 115/2. madde ve fıkrasında düzenlenen din özgürlüğünü ihlal suçunun oluşmadığı sonucuna varılmıştır.

SONUÇ : Belirtilen gerekçelerle, sanıkların eylemlerinin din özgürlüğünü ihlal niteliğinde bulunmadığı anlaşıldığından, eyleme ve yükletilen suça yönelik O yer C. Savcısı ve katılanlar Konstantin K. ve Bujidar Ç. vekilini temyiz iddiaları yerinde görülmediğinden tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKMÜN ONANMASINA, 13.06.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.

Yazımızı Beğendiniz Mi?

Call Now

Scroll to Top
WhatsApp
Avukata Soru Sor
Merhaba, daha fazla bilgi için, konusunda uzman avukat uygun bir ücret karşılığında size yardımcı olup yol haritanızı çizecektir.